Sevdiğim, artık yapmaktan çekinmediğim bilhassa çaba gösterdiğim hede.
İşe başlamadan önce bayağı tutuk bi insandım. "Insanlar benimle konuşunca ne olacak? Gidip ne diyeceğim ki şimdi durduk yere? Benim için ne düşünür ki? Ya rezil olursam..." gibi ve daha pek çok örneğini verebileceğim, durumdan duruma değişen cümlelerle kendimi geri tutuyordum.
Sonradan fark ettim ki; mecburen iletişimde olmanız gerektiğinde, insan bi yerden sonra saygı çerçevesinden sıkılıyor -ya da ben öyleyim bilmiyorum- ve birkaç öznel cümle serpiştiriyor. Farzımuhal, iş çıkışı servise yürürken ofisten biri varsa ne kadar zor ve yoğun bi hafta olduğunu, hep böyle mi olduğunu soruyorum. Yeni başladım da ben ehe gibi işleri çok bilmediğimi falan belirtiyorum. Mis gibi 3 5 dakika muhabbetimiz oluyor servise kadar. Muhabbet dediğimiz mevzu aslında bu denli basit. Ertesi gün selam vermedir, günaydın demeler, "geçen ortalığı birbirine kattım biliyor musun" gibi dert yakınmalarla, 'gelin size bir fal bakayım'lar, 'şu diziyi izledin mi'ler ya da hayatın hakkında aldığın minik bir kararı belirtmek gibi ufak tefek şeylerle sürdürüyorsun sohbeti. İlle her şekilde güldürmek, saka yapmak zorunda hissedilmemeli. Olay akışına bırakılmalı.
Sevmemdeki asıl nedeni açıklayacaktım. Olayı yine nereden alıp nerelere getirdim. Hiç ayarım yok gerçekten bu konuda. Çok seviyorum böyle konular arasında yersiz ve zamansız köprüler kurmayı. Affedersiniz toparlıyorum.
Sevme nedenim ise, hayatımıza giren her insanın bize farklı bakış açıları kazandırdığını düşünmem. Bu yüzdendir ki her gelene kapım açık. Birilerinden öğrenilecek bir şeyler illaki vardır.
(bkz: çizgili az bi sussan mı bacım sen)